Adressiz Mektuplar – 17 Ekim 2014 00:37
Günler oldu… Nasılsın diye sormayı geçtim, bir merhaba bile demeyeli. Son sıralar seni ne kadar sevdiğimi anladığım kadar, ardından bir umut deyip hiç mola vermeden delice koşmamın da hiçbir sonuç veremeyeceğini anladım. Bunca çırpınış ve bir şeyleri değiştirmek için her şeyini ortaya koymaya hazır bir duruş karşısında kılını bile kıpırdatmamış olman; beni öyle yordu öyle üzdü ki vazgeçmek değil de kaçmak istedim artık senden. Bu kadar duygusuz olabilmeyi, karşında en temiz duygularıyla bütün sevgisini sere serpe ayaklarına sermiş bir insana karşı tepkisiz kalabilmeyi nasıl başarabiliyorsun gerçekten merak ediyorum. Ve öfkeyle imreniyorum bu vurdum duymazlığına. Sensiz geçen zaman içerisinde bir şey daha öğrendim. Aslında ben seni değil bende ki seni seviyormuşum. Benim için ifade ettiğin anlamı seviyormuşum, bende doldurduğun yeri seviyormuşum. Zaten seni seviyor olsaydım senin bu denli vurdum duymazlığın,sevgimi görmezden gelen duygusal körlüğün karşısında; şimdiye kadar çoktan pes edip bırakmıştım ardından koşmayı. Ama bende ki sen; hep umut dolu olduğu için, peşinden sürüklemeye devam ediyor beni.
Şimdi saat, Allah’ın belası! Beni düşünmediğini bildiğim halde; şu vakitler yine seni düşünmekteyim. Seni düşünmediğim vakit mi var sanki, benim ki de laf işte. Sonra düşünüyorum da; konuşmalarımız nedense hep aynı kapıya çıkıyor. Kapıyı mı değiştirsek diyorum, yoksa kapıya giden yolu mu? Ne dersin? Bu arada duygusal körlüğünü neye borçlusun bilmiyorum ama bir doktora görünsen iyi edersin? Çaresi vardır elbet; hem teknoloji ve bilim gelişti diyorlar. Bir de şu aşk denen hastalığa bi çare bulsalardı iyiydi. Bu hastalık öldürecek beni yoksa.
Gözlerim, sabahın puslu rengine alıştı. Uyku vakitlerimi; saate göre değil kafama göre ayarlıyorum artık. Gecenin zifiri karanlığı uyutmuyor insanı, huzursuz ediyor; gökten boşalan yağmur gibi kelimeler, kağıda boşalsın istiyorum. Sonra bir bakmışım volkanlar patlamış, duygularımın tam orta yerinde; durduramıyorum elimi, kağıdın üzerinde dans eden kalemimi. Şimdi sen; her zaman olduğu gibi dertsiz,tasasız benim neler çektiğimden, sancılanmalarımdan habersiz uyuyorsundur yatağında bu vakitler. Umut dolu güzel cümlelerle süslemek isterdim geceni, ancak biliyorsun ki bizde geceler hep hüznü, yokluğu çağrıştırır. İlham kaynağım güneşin doğuşuna kurulu çalar az sonra, onun yarattığı aydınlık altına kurarım soframı, düşlerimi, umutlarımı… Bizde düşler gece görülmez; gecelerimiz kabuslara eşlik eder. Sonra tavanda asılı olan gökyüzü lambamın ışınlarından; birer ikişer sözcükler, tümceler düşer soframa, işte o zaman başlarım umudun şairi, yazarı veyahut sıradan bir vatandaşı olmaya.
Seni sevmeden önce; sevmek gibi güzel bir duygunun, acı hissi veren bir duyguya dönüşeceği hiç aklıma gelmezdi. Sonra Ahmed Arif’i düşünüyorum. Ne kadar da ortakmış kaderimiz onunla. Her şeyiyle sımsıkı Leyla’sına bağlı ama; Leyla’nın umurunda mı Ahmed Arif! Sanırım bende senin umurunda değilim. Platonik aşkların mutlak sonu yalnızlık, sevdiğin kadına uzaktan bakmak ve başkasının olacağı gerçekliğine yavaş yavaş alışmak oluyormuş. Leyla Erbil de evlenmedi mi başkasıyla? Pekala sende biri ile evlenebilirsin! Ama ben; Ahmed Arif gibi kocanı tebrik edemem, seninle dost kalamam. Eğer birini seveceksen, seni en çok ben hak ediyorum çünkü.
Başkasının olacağın gerçeği; tahta parçasını yiyip bitiren bir kurt gibi; yüreğimi yiyip bitiriyor. Düşünüyorum da seni bu kadar severken, senin tarafından sevilmeyi en çok hak edenin ben olduğumu düşünürken, nasıl olur da bir başkasıyla birlikte olabilme ihtimaline saygı duyabilirim ki…
İki ucu b.klu değneğin en somut hali seni sevmek…